"Ölüm ne anlama gelir? Bizler neden ondan aşırı
derecede korkmaktayız? Asyanın genelinde insanlar yeniden doğuma inanmaktadır.
Bunda büyük bir umut vardır ve nedendir bilmem insanlar bunun hakkında konuşup
yazıp durmaktadır. Yeniden doğum meselesine baktığınızda, o ne anlama gelir,
tüm geçmişiniz, tüm sefaletiniz, tüm karmaşanız, şimdiki haliniz değil
mi?"
Krishnamurti
Birleşmiş milletler raporuna göre bugüne kadar 110 milyar
insanın doğup öldüğü saptanmış. Elbette ki bu bilgi yarı bilimsel olabilir
çünkü, dünya üzerinde insanın varoluş süresinin yüzde 99’u için hiçbir
demografik veri mevcut değildir. Şayet reenkarnasyon varsa, doğan bu fizik
bedenlerin yanı sıra ruhların nüfusu da artıyor demektir. 1927’de 2 milyar olan
Dünya nüfusu, 72 yılda üçe katlanarak 6 milyarı aşmış. 2050'de ise Dünya
nüfusunun 12 milyar olacağı tahmin ediliyor.
O zaman şöyle bir sonuç çıkarılabilir; demek ki başka bir
yerlerde bu ruhlardan daha çok var. Ya da ruhlar da kendi aralarında üreyip
çoğalıyorlar. (: Ya da Shakespeare'in dediği gibi, "Cehennem boş; tüm
şeytanlar burada." Yani insan formuna ve biyolojisine sahip her canlı
insan ruhuna sahip değil.
Var oluşunun farkında olan insan ya da insanlar ilk ortaya
çıktığından beri kaç kere doğup ölmüştür? hesaplamak lazım. (benim matematiğim
zayıf. siz çözüverin) Bugün bir medyuma veya hipnoterapiste gitseniz mutlaka
size geçmiş hayatınızda şuydunuz, buydunuz diyecektir. Ya da bunu hipnoz
altındayken siz söyleyeceksiniz. (Burada Dolores Cannon'un regresyon
hipnoterapisi deneyimlerini konu dışı tutuyorum) Pekiyi, bugün yaşayan herkesin
reenkarne olması mümkün mü? Eski nüfusla şimdiyi mukayese edecek olursak mümkün
değil tabii. O zaman biraz önce bahsettiğim yeni ruhların ortaya çıkışı söz
konusu.
Bu mantıkla hareket edersek, tekamülün sadece bir ömürde
başarılabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Arkadaşım Öznur, yıldız haritama
baktığında benim çok çok eski bir ruh olduğumu ve defalarca bu dünyaya gelip
gittiğimi söylemişti. (bok var gibi) (: Yani kimbilir ne ahlaksızlıklar
yapmışımdır geçmiş yaşamlarımda. Hâlâ da tekamüle erememişim. Hadi diyelim
erdim, ve diğerlerine yardımcı olmaya çalışıyorum. Haliyle binlerce yıl süren
bu tekamüle erme hadisesi çok az insana nasip olacaktır. Ama öte yandan
milyonlarca yeni ruh aramıza katılmakta ve onlar da tekamüle erme sürecine en
başından başlayıp her türlü pisliği yapmaktadır gibi sanki. Yani milyar insan daha
kendini bilmez iken, sınırlı sayıda ermiş dengeyi sağlayabilecek midir? Bilmiyorum, belkide sağlayabilecektir http://iyilestirici.blogspot.com.tr/p/siddet.html
Bazı kaynaklara göre daha üst boyutlardan bize yardım için
gelen ruhlar mevcuttur. Bunlar sadece varlıklarıyla bile frekansımızı
yükseltip, bizi geliştirmektedir. Ama bu durumda da nüfus yine artmaktadır. Ve zaten
en temel sorun da nüfus artışı değil midir?
Bir çok insan nirvananın anlamının "hiçlik"
olduğunu öğrendiğinde biraz hayal kırıklığına uğrar. Çünkü nirvanaya ulaşmak
bir hiç olmak demektir. Ama ego bunu reddeder. Çünkü ego bir çeşit savunma
mekanizmasıdır. Ve fiziki bir beden olarak var olmamızı sağlar. Ama belkide tam
tersine bu fiziki bedende bizi esir tutan bir şeydir. O zaman bir de şöyle
bakalım; egoyu yenip tekamüle ermek üçüncü boyuttan kurutulup başka üst
boyutlara geçmek demektir. Yani saf bir enerji varlık ya da eterik bedene sahip
olmak. Bu taktirde ermişin sadece kendisine faydası olacaktır. Çünkü bu boyutta
olmayacaktır.
Bütün tartışmalarımız, kavgalarımız, sevgilerimiz ya da
nefretlerimiz dualiteden kaynaklanır. İyilik kötülüğün tahtında oturur. Kızdığımız
kötüler olmasa sevdiğimiz iyiler olabilir miydi? diye düşünmek lâzım.
kanaatimce olurdu. Ama bu üçüncü boyutta olmazdı sanırım. Çünkü bu dünyada
hepimiz madde bağımlısıyız. Nasıl bir matriksin içindeyiz bilmiyorum. Ama bu
matriksten çıktığımızda kendimizi başka bir matriksin içinde bulmayacağımızın
garantisi yok.
İlla ki dünyayı kurtarmamıza gerek yok. Hiç bir şey
yapamasak bile dönen dolapların farkında olmak yetecektir. Ermiş olmak için
meditasyondan önce, farmakoloji ne işe yarar, buğday, şeker, süt nedir, hazırgıdalar insana ne yapar, bankalar ne iş yapar, frekanslarla neler yapılabilir,
hayvanları kesip yemeli miyiz? diye sorup, araştırıp, düşünüp biraz dersimize
çalışsak, gelişim süresince çok daha etkili olacaktır sanırım.
Ölüm kavramı bize bir bitiş gibi aşılanmış, tedirgin
edilmişiz. Ondan korkmaktayız. Eğer bir bitiş değil, yeni bir başlangıç olduğu
bilinse, kimse şu an yaşadığı gibi yaşamaya devam etmez. Ölümün bir bitiş
olmadığına inananlar için de dinler hazırlanmış, cennet - cehennem kavramı vs. Kısacası
ölüm konusunda ufkunu genişletmek isteyenler için hazırda bekleyen güçlü
tuzaklar var. Kimse ölümle birebir ilgilenmek istemediği için, dinler /
inançlar gibi biçilmiş kaftanlar dikilmiş.
Ölüm aslında yoktur. Ölüm denilince akıllara yok olmak gelir.
O kişininin artık var olmadığına inanılınır. herşeyin ufkunu sadece gözlerinin
bakış açısı ile sınırlayan insan oğlunun maddeye alışmış zekası ile "ölü"
bedenin, toprak altına gömüldükten sonra, herşeyin bittiğine inanır. Bir çok
insan ölü bir bedenin karşısında durunca bile o bedenin öldüğüne inanmakta
zorlanır, ve ancak toprağa gömüldükten
sonra inanır çoğunlukla. Bir yerlerde bir şekilde var olduğuna belki bir
ihtimal verir. Ama fazla da kurcalamaz bu durumu. Çünkü bu durum insanın ufkuna
sığmıyor. Oysa "ölü" sadece bedende ölmüştür, ya da vücudunu
kaybetmiştir diyelim. Biyolojik zincir doğrultusunda akışa, harekete devam
eder, çözülür, toprağa karışır. Bu da bir tekamül şeklidir. Bunu düşünmek bize
itici gelir. Çünkü egomuz bizi o şekilde görmekten kaçınır. Mutlak gerçeğimizi
inkar etmekte üstümüze yoktur. Aynı şekilde ruhlarda farklı şekillerde tekamüle
devam eder.
Ruh dediğimiz kavramı belkide gereğinden fazla
anlamlandırmışız. Yani kendi kafamızı kendimiz karıştırmışız. Düz bir mantık,
ya da rasyonel bir zekaya aykırı gelir, oysa ruh aslında sürekli bilgi
toplamaya devam eden, arayan, bir bilinçtir, saf bir bilinç. Bazen de büyük bir
bilinç aynen bilgisayardaki büyük bir dosya gibi, bir yerlere aktarılmak ve
sığmak için ziplenir.
Ruhların sayısı konusunda bire bir bir hesap yoktur. Yani
bir insana bir ruh düşer gibi. Ruhlar grup şeklinde de var olup bölünebilirler.
Ya da bir mineralden, bir taşa, bir bitkiye, bir hayvana, bir insana doğru
tekamül edip ilk defa insan bedenine reankarne olan yeni ruhlarda var olabilir.
Ya da büyük bir ruh grubuna ait olup dünyaya çokça inen ruhlarda vardır.
Egomuzun herşeyi sınırlamaya çalıştığı gibi, tekamülü de
sınırlandırmak isteriz. Başlangıcı nerede, bitişi nerede, sınırsız bir enerjide
tekamülün bir sınırı var olabilir mi? Tekamülün sınırsız olması yine işimize
gelmez, çünkü dünyadaki yaşamı sevmiyoruz, sevmediğimiz için de bir an önce şu
tekamülü bitirip nirvanaya ermek istiyoruz. Egomuz ise dualitedeki yaşam için
bize verilen en iyi araçtır aslında. Ama onu doğru kullanmak yerine zirveye çıkarıp
ondan başka birşeye hizmet etmeyen yine bizleriz. Maddeye bağımlıyız, ve antimaddeyi
kabul etmekte zorlanırız. Sadece gözlerimizin gördüğüne inanırız. Oysa
inanmakta bir tereddüttür! Farkındalık ve inanmak arasındaki farktır bu. Nefesimizin
de bir rengi, dumanı, görüntüsü yok, (varsa bile, şu anki algılarımız yetersiz)
fakat bize can verir.
Radyo ve interneti sağlayan frekansların da elle tutulur,
gözle görünür bir görüntüsü yok. Fakat çatır çatır kullanıyoruz. Aşkın frekansını
da göremeyiz. Ama aşık olduğumuzda acısını da, tatlısını da yaşar ve
hissederiz. İnsanlara auradan, frekansdan, enerjiden bahsettiğimizde zaman
zaman spirituel manyak damgasına mağruz kalırız. Sadece işimize geleni görmekten
vazgeçmenin vakti geldi bence.
Dikkat ederseniz yazıda cevaptan çok soru var, ve
yazdıklarımın hiç birine inanmıyorum. Çünkü bunların tamamı doğru ya da yanlış
olduğundan emin olmadığım bilgiler. Sadece bilmeye, öğrenmeye çalışıyorum. Bu sebeple
yazıda bazı çelişkiler bulmanız da mümkündür. “lan bu adam ne demek istemiş?”
diye düşünebilirsiniz. Zaten amacım bir şey demek değil. Sadece soru sormak. Bugüne kadar insanlar her şeye cevap verme
peşinde. Ve insanlar veremedikleri cevaplar içinde ruhban sınıfına sığınıp,
onların anlatımlarına inanmış. Buda der ki, “ışık kendi içinizdedir. Onu dışarıda
aramayın.” Zaten Buda’nın insanlığa en büyük iyiliği ruhban sınıfını ortadan
kaldırmak olmuştur.
Evrende o kadar çok bilgi var ki, bunları bu 3. Boyut varlığımızla
anlamak pek mümkün görünmüyor. Ama anlayamıyoruz diye de kendimize anlayanlar
bulmaktan vazgeçsek iyi olur. Çünkü sürekli aldatılıyoruz.
Cevabı olmasa bile sormaktan vazgeçmemeniz dileğiyle.
çok yararlı bir yazı insan düşünmeye sorgulamaya yönelten yazı hakan abi ayçicek yağı üzerinde düşüncen nedir normal kaşıkla zeytinyağı içiyorum ama yemeklerdede biraz ayçicek kullanıyoruz düşüncen nedir
YanıtlaSilYorumunuz için teşekkür ederim.
Silİçerisinde bulunan doymamış yağ oranının fazlalığı nedeniyle insan sağlığı için faydalı değildir. Bu konuda çok fazla detaya girmek istemiyorum. Çünkü internette zaten bu konularla ilgili birçok bilgi mevcut. Bana göre en sağlıklı yağlar hindistancevizi yağı ve zeytin yağıdır. Ben bu ikisi dışında bazen tereyağı da kullanıyorum. En temelde sağlıksız olan durum, bir gıdayı çok fazla işlemden geçirmektir. Bu konuyla alakalı yine blogda yer alan "En sağlıklı yemek tarifi" adlı makaleye bakabilirsiniz.