Suya bilgi yüklemek




Daha önceki bir röportajda (Yukarıda) suya bilgi yüklediğimizden bahsetmiştim. Ancak süre kısıtlı olduğundan fazlaca detayına giremedim ve sonrasında insanlar merak edip sormaya başladılar. Şimdi bu işi neden ve nasıl yaptığımızı detaylıca anlatmaya çalışayım.

Ama öncelikle suyun bazı özelliklerinden bahsetmekte fayda var.

Su dünyada en çok bulunan maddedir. Bununla birlikte aynı anda hem gaz, hem sıvı, hem de katı halde bulunan tek maddedir. Fakat işin ilginç yanı, donunca bütün maddeler büzülürken, su tam tersine genişlemektedir. Bunun sebebini bugüne kadar açıklayabilen olmadı. Henüz suyun sırları çözülebilmiş değil. Ama bildiğimiz şu ki hayatın temeli ve en önemlisidir.

Biyo enerji çalışmalarına başladığımda ilk denemem su ile olmuştu. Enerji vererek suyun tadını değiştirebildiğimi gördüm. Esasında suyu değiştiren şey biyo enerjiden ziyade düşünce idi. Burada biyo enerji sadece bir araç görevi almaktaydı. Yani yaydığınız düşünce frekansları etkili oluyordu. Ellerden çıkan enerji ise bu frekansı aktarıyordu. Aynı işlem biyo enerji kullanmadan, ya da farklı yöntemlerle de yapılabilir. Masaru Emoto'nun deneylerini araştırabilirsiniz.

% 70-90 sudan oluşan tüm yaşayan hücreler, çıplak gözle görülemeyen ancak özel ekipmanlarla ölçülebilen biyofotonlar yayarlar. Hücreler, görünür ışık spektrumunun üstündeki morötesi elektromanyetik bantlardaki enerji patlamaları ile iletişim kurar, bu yüzden onları göremeyiz. Bu enerji emisyonları hayati bedensel süreçleri kontrol altında tutar. Sağlıklı ve kanserli hücreler oldukça farklı foton enerjileri yayarlar. Kar tanelerinin hiçbir zaman birbirine benzememesi çok ilginçtir. Kendini kristalize edebilmesi için, her su molekülünde bir milyardan fazla biyofoton çalışır ve bunlar kendilerini sürekli olarak tekrar düzenlerler. Bu şekilde, her su molekülü, diğerlerinden farklıdır, her su molekülünün kendi kimliği vardır.

SUYUN HAFIZASI VARDIR VE DENGELEYİCİDİR

Bir kar tanesini alıp doğal şartlarda eritirsek ve bundan tekrar su yaparsak, ve sonra da tekrar dondurursak, tam olarak aynı kar tanesini elde ederiz. Bu nasıl oluyor? Çünkü kim olduğunu hatırlayabiliyor. Suyun,hafızası vardır. Su bir bilgi taşıyıcısıdır. Maddeleşmeye sebep olan enerjinin formunu değiştirmediğimiz sürece madde de değişmeyecektir. Çünkü o kim olduğunu biliyor. Bu olay, sizin organizmanız için de geçerlidir. Bilim insanları suyun doğal bir dengeleyici olduğunu ve bizim su vasıtasıyla, bizde eksik olan dalga boylarını alabileceğimizi kanıtlamışlardır. Bu şekilde kaybettiğimiz her şeyi dengeleyebiliriz.

Bilginin düzgün çoğaltılması için yeni hücrelere iletilmesi adına her bir hücrenin içindeki DNA bile rezonant özelliklere sahiptir.  Hepimizin bilimsel resimlerde gördüğümüz "spiral" DNA'nın ton aralığında "orta Do" ile ilgili 42 oktavda rezonansa sahip olduğu bilinmektedir. Yanı sıra su, sarmal şekilde hareket eder ve hiçbir zaman lineer değildir. Bir delikten akan suya dikkat edin, girdap formunda dönerek hareket eder. Spiral oluşturan suyun hareketinin genetik kalıtım bilgilerini içeren bedenimizdeki DNA ile aynıdır.

Hücrelere giren "kötü" radyasyon varsa, o hücrelerdeki su, bu kötü bilgileri, bitişik hücrelere çoğaltma veya yeniden gönderme eğilimi gösterir. Bu da sağlıklı hücrelerin doğal çoğaltımını zorlaştırır. Dolayısıyla suyun bu bilgileri iyi veya kötü sonuçlar için saklayıp yeniden iletebilmesi, vücudumuzun hücrelerinin inkar edilemez bir özelliğidir.

Su arıtmak için kullanılan çeşitli işlemler, potansiyel olarak tehlikeli olan kimyasal maddelerin ve iyonik materyalin sudan uzaklaştırılmasında etkilidir. Bununla birlikte, bu potansiyel tehlikeli kirleticiler çıkarılsa bile, su hâlâ içinde daha önceden mevcut olan, sudaki kötü şeylerin elektrik izlerini barındırır ve  bu "izleri" ile, sudaki kimyasalların atılmadan önce su moleküllerine bağlanarak veya dış kaynaklardan gelen elektriksel özelliklerle "mühürlenmiş" şekilde kalır.

Araştırmalarında suyu, kimyasal olarak zehirli hale getirmek yerine sadece zehrin frekansını yükleyerek, zehrin kendisi eklenmiş gibi içine koyulan sinekleri öldürdüğünü tespit etmiştir. Dr. Jacques Benvenıste (İmmünolog / Fransa) 


Negatif frekanslardan etkilenen suyun, iç yapısında bakteri üremesinin arttığını gözlemlemiştir. Eshel Ben Jakob (Fizik Profesörü / İsrail)


Daha basit bir şekilde ifade etmek gerekirse, suyun kimyasal formülünden ziyade önemli olan suyun moleküler dizilişidir. Yani su zararlı da olsa kimyasal formülü H2O dur, şifalı da olsa H2O dur. Sözde bilim insanlarının yaptığı en büyük hatalardan biri de sadece kimyasal formüller üzerinden ilerlemek, ya da 3. boyut fizik kurallarına göre hareket etmektir. Bu arada ek olarak şunu da belirtmekte fayda görüyorum; Suyun bileşimi yerel jeolojik koşullara göre geniş bir çeşitlilik gösterir. Ne yeraltı suları ne de yüzey suları hiçbir zaman tamamen saf H2O olmamıştır, zira suyun içinde az miktarlarda gazlar, mineraller ve doğal kökenli organik maddeler bulunur. Kaliteli sayılan içme suyunda toplam çözünmüş madde yoğunluğu yüzlerce mg/l olabilir.

Öncelikle suyun doğada nasıl hareket ettiğine bakmalıyız. Yağmur şeklinde gelen saf su, yere düştükten sonra topraktaki mineralleri toplayarak ilerler. Yanı sıra o toprakların titreşimini ve enerjik bilgilerini de alır. O toprakların geçmiş tarihi bile suyunun üzerinde yazılıdır. Ama bunu yaparken belirli bir basınç altında ve yumuşak hatlar çizerek ilerlemektedir. İşlenmiş, zenginleştirilmiş, arıtılmış su, kimyasal olarak mükemmel bile olsa, yaşamayan ölü bir sudur. İçinde yaşam ve enerji bulunmaz. Çünkü üzerine yazılan doğal yazı silinmiştir. Kaynaktan içilen doğal su bu yüzden şifalıdır. Doğanın kendi imzasını attığı su, onu içen insan tarafından rezonans yasaları gereği kimyasal değil titreşimsel olarak algılanır. Oysa evimize kadar gelen su, paslı borular içinden, dik açılar çizerek ve çok yüksek basınç altında bizlere ulaşır. Tabii bu arada suyun içine katılan kimyasallardan hiç bahsetmiyorum. Bu süreçte suyun şifalı özelliği tamamen kaybolur. Bu bilgiden şöyle bir sonuç çıkarabilirsiniz; Çeşmeden akan su kesinlikle içilmemelidir! 

Su, 80 metrelik bir boru sisteminden geçtiğinde, canlılığını kaybediyor. Bu da, sadece borunun kötü olmasından dolayı değil, borudaki basınçtan oluşuyor. Suyun evlerimize kadar taşınabilmesi için gerekli olan basınç, suyun kendi hareketliliğini bozuyor. Suda çift helezon şeklinde spiral hareket var. Bu da, suyun kristalinin oluşmasını sağlıyor. Suyun spiral hareketine zarar verildiğinde, kristal yapısı da bozuluyor. Kristal şekil olmayan yerde, geometri de yoktur. Böylece bilgi de oluşamaz ve neticede canlılık yok olur.

Kısaca değinmekte fayda görüyorum; Geometrik şekillerin canlıların sağlığı üzerinde ciddi etkileri vardır. Ama bu tamamen farklı bir konu ve yazının amacını aşacağı için ilginizi çekiyorsa araştırmanızı tavsiye ederim. Yine de işinize yarayacak pratik bir bilgi vereyim:
Yaşam çiçeğini toprak bir kaba koyduğunuz suyun altına yerleştirin. Bir gün bekledikten sonra şifalı bir su haline gelecektir. Ancak şuna dikkat etmeniz lazım; yandaki gibi bir yaşam çiçeği (kapalı formda) etkisiz olacaktır. Bu enerjiyi hapseden bir tuzaktır. Kullanmanız gereken soldaki gibi açık olmalı.

Tabii bu arada içme suyuna sonradan eklenen minerallerin de işe yaramadığını olmadığını belirtmekte yarar var. Çünkü o mineraller inorganik yapıya sahiptir. Ve hücreler bunu işleyemez. Zararlı değillerdir. Ama faydalı da değillerdir. Önemli olan sudaki frekans desenleridir. Ve bu mineraller halen iyonize durumda mı, etrafları su kılıfı ile çevrili mi? Çünkü biz, bu suyun yapısını bozduğumuzda, içindeki iyonize ve suya elektromanyetik dalga boyları veren elementlerin, başka elementlerle birleşmesini sağlamış oluruz. Bu da genellikle, boru basıncı veya suya katılan karbon dioksitlerle yapılır. Böylece suyun doğal oksijeni alınıp, nitrojen katılır. Hâlbuki bizim amacımız, bedenden nitrojeni uzaklaştırıp, oksijen verebilmek olmalıdır.

Buraya kadar anlamamız gereken şudur:
Sadece su ile birçok hastalığın üstesinden gelinebilir. Ve çaresi olmayan hastalık da yoktur.

"Maddenin tüm formlari, donmus ışık veya yavaşlamış enerjiden baska bir sey değildir. Sonuc olarak maddeyi, enerji olusturur. Çaresi olmayan hicbir hastalık yoktur. Doktor, okul bilgileriyle ve tecrübeleriyle, daha fazla yardım edecek durumda olmadığını prensipte söyleyebilir. Ancak hiç birimiz, temelde bir hastalığın, çaresi olmadığını söyleyemeyiz. Eger biz bir problem ortaya çıktığında enerjiyi tekrar asli durumuna dönüştürebilirsek, o zaman buna otomatik olarak madde de uyacaktir. Hem de, bedeninizi olusturan elementlerle, su ve tuz ile. 

KAYNAK SUYU
• Moleküler grup yapısı küçük, düzenli ve kararlı. 
• Hegzagonal kristal yapıda.
• Mikrobiyolojik dengesi doğal olarak sağlanmış. 
• Çözme ve ıslatma kabiliyeti yüksek. 
• Yüzey gerilimi düşük. (58,60 - 62 dune) 
• Oksijen miktarı yüksek. 
• Kimyasal maddeler içermeyen. 
• Ağır metallerle kirlenmemiş ve bozulmamış.

ŞEBEKE SUYU
• Moleküler grup yapısı büyük, düzensiz ve kararsız.
• Kristal yapısı bozuk. 
• Mikrobiyolojik dengesi kimyasallar ile sağlanmış. 
• Çözme ve ıslatma kabiliyeti düşük. 
• Yüzey gerilimi yüksek (73 dune) 
• Oksijen miktarı düşük. 
• Kimyasallar ile kirlenmiş. 
• Ağır metallerle kirlenmiş olma ihtimali bulunan.

Bütün bunlar size bilim kurgu film senaryosu gibi gelebilir. Ama haarp projesi ve bluebeam projesi ile neler yapıldığını bir araştırmanızı öneririm. Ya da Dulce üssünde ne gibi deneyler yapılıyor, amaçları nedir? Ve bunun gibi bir sürü şeyi merak eden araştırabilir.

İnanılmaz gibi gelen şeylere inanmaya (Daha doğrusu bilmeye) başlarsak eğer, büyük yollar kat edeceğiz. Buradaki "inanılmaz" söylemimle saçma sapan hurafelerden bahsetmiyorum. Çünkü bugüne kadar otorite bize inanmamızı istediği yanlış bilgileri öğretti. Tüccarların bilim diye kaktırdığı şeyler de birer hurafeden ibarettir. Hakikat bizden saklandı, böylece en sonunda kim olduğumuzu hatırlayacak, keşfedecektik. Ne yazık ki birçok hükümet, dini ve felsefeyi kullanarak gücü ve kontrolü ellerinde tutmak isteyenlerin gerçeği bizlerden saklamak için amaçları doğrultusunda yönlendirilmiştir. Ama her şeye rağmen birçok insana inanılmaz gibi gelse de, Dünya üzerindeki insanlık, hayatı deneyimlememiz bakımından evrimsel bir değişim işleminden geçiyor. Bunlar kabalın son çırpınışlarıdır.

Neyse, konu yine başka yerlere kaymaya başladı. Gelelim sadede.  (:

 Kullandığımız donanımla bir maddenin frekansını alıp, başka bir maddenin üzerine yüklemek mümkündür. Ancak genellikle yaptığımız, programda hâlihazırda bulunan 1200 çeşit şifalı otun ve bazı ilaçların frekanslarını yüklemek. Son zamanlarda bize ulaşanların maalesef ki %80'i kanserle ilgili olduğu için, genellikle kanser ilaçlarının frekanslarını yüklüyoruz.

Bu durumda aklınıza şöyle bir soru gelebilir;

Peki kanser olmayan biri kanser ilaçlarının frekansları yüklenmiş bir suyu içerse ne olur, yan etkisi olur mu?

Elbette ki olmaz. Çünkü burada yapılan iş, ilacın sahip olduğu yan etkiler içeren kimyasal zehirlerin frekansını yüklemek değil, etken maddenin frekansını yüklemek. Yani zaten sağlıklı iseniz ya hiç bir etkisi olmaz, ya da hastalığı önleyici etkisi olur. Eğer şüpheniz varsa yukarı çıkıp en baştan tekrar okumanızı tavsiye ederim.

Tabii bu arada bu donanımın maliyeti nedir diye merak ediyorsanız, aşağı yukarı tüm eklentileriyle birlikte 250 000 € civarında olduğunu söyleyebilirim. Ama bunun içine eğitim için harcanması gereken zamanı ve parayı katmadan söylüyorum. Her ne kadar adı pek duyulmasa da Kemal Tuna bu konuda yıllarını harcamış oldukça tecrübeli biridir.

Tüm Dünya'da gümüş suyu üreten bir dolu firma var. Ancak bizim kullandığımız yöntemleri kullanan benim bildiğim kadarıyla yok. Çünkü maliyeti çok fazla ve vakit alan bir uğraş. Yani 1 saatte bitecek bir işlem için kimse 3 gün harcamaz. Kapitalist düzene ters. Bir de şu var ki biz ürünleri piramitte bekletiyoruz. Bu konudan da daha sonra bahsetmeyi düşünüyorum.

Kısacası bu işlemleri normal bir suya da uygulamış olsak, yine elde ettiğimiz şifalı su olacaktır. Yukarıda bazı yerlerde nasıl su içmeniz gerektiğiyle ilgili tüyolar verdim. Yanı sıra yine su ile ilgili şu yazıya da göz atmanızda fayda var https://iyilestirici.blogspot.com.tr//2017/05/limon-asidik-midir.html

7 seneden beri ürettiğimiz kolloidal gümüş bugüne değin çeşitli evrelerden geçti ve şu anda en sağlıklı haliyle sizlere sunuldu. Bu süre zarfında kullanan binlerce insan memnun olmakla beraber bu derece işe yarıyor olmasının sebebi, sadece içindeki gümüş partiküllerinden kaynaklanmamaktadır. Şu istatistikleri incelemenizi öneririm https://iyilestirici.blogspot.com.tr//p/gumus-suyu-istatistikleri.html

Yine kafanıza takılan bir soru olursa sormaktan çekinmeyin.

Sağlıklı günler dilerim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder