1 Haziran 2017 Perşembe

Beslenme psikolojisi

SİNDİRİM

Kişinin tercih ettiği ya da hoşlanmadığı yiyeceklerden birçok şey anlamak mümkündür. Kişi eğer belli bir şeye karşı iştah duyuyorsa, buna bakarak belirgin bir bağlantıyı ve kendisi hakkında bir bilgiyi ortaya çıkarabilir. Açlık, sahip olma ve içeri alma isteğinin sembolüdür, belli bir hırsın ifadesidir. Yemek ise bu isteğin içeri alma, doyma ve bütünleşme yoluyla tatmin edilmesidir.

Kişinin sevgiye açlığı varsa ve bu açlık yeterince giderilemiyorsa, bu durum “tatlı” yeme ihtiyacı olarak bedende ortaya çıkar. Tatlı ve abur cubur yemeye duyulan şiddetli açlık, tatmin edilmemiş bir sevgi açlığının ifadesidir. Tatlı yiyen bir kişi, sevgi ve onaylanma özlemi içerisindedir.
Çok düşünen ve zihinsel ağırlıklı çalışan insanlar tuzlu ve baharatlı yemekler isterler.

Güçlü bir tutuculuğa sahip olanlar ise, konserveleri, füme yiyecekleri ve şekersiz koyu çayı tercih ederler.

Yeni heyecanlar ve etkileşimler peşinde olanlar da bol baharlı ve acılı severler. Bu kişiler, bazen dayanılması ve sindirimi zor olsa da meydan okumayı severler.

Perhiz yemeği yiyenler, her türlü yenilikten sakınırlar ve genellikle yüzleşmelerden kaçarlar.

Kılçıktan korkmak, saldırıdan duyulan endişenin sembolüdür. Çekirdekten korkmak ise problemlerden kaçışı gösterir, bu kişiler olayların çekirdeğine kadar inmekten hoşlanmaz.

DİŞLER

Kötü durumda olan hastalıklı dişler, kişilerin saldırganlığını dışarı vurmakta dolayısıyle harekete geçirmekte güçlük çektiğine işaret eder. Günümüzde küçük çocuklar dahil hemen hemen herkesin dişlerinin kötü durumda olması da bu bağlantıdan kaynaklanır. Bizden beklenen “sosyal uyum” aslında “saldırganlıklarını sakla!” anlamına gelmektedir.

Ancak saldırganlığın eksikliği kadar fazlalığı da onun bugüne dek bastırılmış olduğunun bir belirtisidir. Saldırganlığı bastırmadan bu enerjiyi sadece deneyimlerimizi arttırmak için kullandığımızda, kişiliğimizin saldırganlık yönüyle bilinçli olarak bütünleşebiliriz. Bütünleşmiş bir saldırganlık, yapmacık bir uysallığı ya da vahşi patlamalara yol açmaksızın bize enerji ve canlılık getirir. Bu aşamaya gelmek için tecrübeyle olgunlaşmamız gerekir. Eğer bunu yapamazsak, bastırılan saldırganlık uç noktada gölgeler oluşturmamıza neden olur.

Gece uyurken dişleri gıcırdatmak, güçsüz bir saldırganlığın çok açık bir sembolüdür. Eğer bir insan bir şeyleri var kuvvetiyle ısırmak istiyorsa ve bu isteğini kendine itiraf edemiyorsa, tehlikeli hale gelen dişlerini kendi kendine aşındırıp köreltinceye kadar geceleri dişlerini gıcırdatmaya devam eder.

Diş eti, dişlerin dayanak noktasıdır ve onları çepeçevre kuşatır. Sembolik olarak diş eti de, canlılığın ve saldırganlığın, temeldeki güvenin ve kendinden emin olmanın dayanağıdır. Eğer burada bir eksikli varsa, sert cevizleri kırmayı ya da kendimizi korumayı, problemlerle mücadele etmeyi beceremiyoruz demektir. Diş eti hassas ve zayıf olursa, dişleri koruyamaz ve en ufak zorlukta kanar.

YUTMA

Yutmak, içer almaktır. Boğazda yumru hissi ya da anjin gibi birçok yutkunma rahatsızlıkları vardır. Hepsindeki temel nokta, “artık daha fazla yutamama” duygusudur. Bu durumda bulunan kişi kendisine “şu anda hayatımda yutamadığım veya yutmak istemediğim ne gibi bir olay var?” sorusunu sorabilir.

MİDE BULANTISI VE KUSMA

Yediğimiz besinleri yuttuktan sonra bunları hazmetmekte güçlük çekebiliriz ve bu besinler taş gibi midemize oturabilir. Bir sıkıntının midemize oturup iştahımızı kapattığını hepimiz biliriz. İştah büyük ölçüde ruhsal duruma bağlıdır. Mide bulantısı, almak istemediğimiz ve bu yüzden midemize oturan bir şeyin reddidir. Farklı yiyeceklerin berber yenmesi mide bulantısına yol açsa da bu sadece fiziksel bir davranış değildir. Kişi birbirine uymayan birçok şeyi aynı anda bilincine tıkıştırmaya çalışmış olabilir. Bunları aynı anda sindirmesi mümkün olmadığından midesi bulanır.

Kusmak, “kabul etmemektir” . Hamilelik esnasındaki kusmalar, kadınlık ya da annelik rolünün reddedilmesi veya bunu kabullenişin süreci anlamına da gelebilir.

MİDE

Mide, dışarıdan gelen tüm etkiler alır ve sindirebildiklerini kabul eder. Kabul edebilmek, açıklık, pasiflik ve fedakarlık gerektirir. Bu nitelikleriyle dişi kutbumuzu temsil eder. İnsan hissetme işlevini bilinçaltına itmeye çalışırsa, bu işlevler bedensel boyutta ortaya çıkar. Böylece mide, besinlerin yanı sıra ruhsal duyguları da kabul etmek ve sindirmek zorunda kalır.

Midenin alma ve kabul etme görevlerine ilaveten eril kutbumuza ait bir işlevi daha vardır. Üretim ve mide asitinin salgılanmasıdır.

Asitler yakar, parçalar ve eritir. Eğer bir insan bir şeylere kızar fakat bu kızgınlığıyla bilinçli olarak baş edemezse, bu hisler mide ekşimesi olarak ortaya çıkar.

Mide hastası, çatışmalarla mücadele etmeyip problemsiz çocukluk yılların dönmeyi ister. Tıpkı bir bebek gibi lapa şeklindeki yiyeceklerle beslenmeyi arzular. Süzgeçten geçmiş yumuşak gıdalar güvenli ve tehlikesizdir.

Duyguları ve saldırganlığı dışarıya değil kendi içine yönlendirmek son aşamada mide iltihabı ve mide ülserine yol açar.

Mide hastası, duygularını bilinçli olarak yaşamayı, çatışmaları bilinciyle işlemeyi ve dış etkileri bilinciyle sindirmeyi öğrenmelidir.

Mide ve Sindirim bozukluklarında kişi kendine şu soruları sorabilir:

1-Neyi yutamıyorum veya yutmak istemiyorum?

2-Bir şeyleri içime mi atıyorum?

3-Duygularımla ilişkim nasıl?

4-Beni üzen ve hiddetlendiren nedir?

5-Saldırganlıkla aram nasıl?

6-Çatışmalardan ne ölçüde kaçınıyorum?
7-İçimde kendi kendimi yemek zorunda sadece sevilip bakıldığım sorunsuz bir çocukluk cennetine karşı bastırılmış bir özlem duyuyor muyum?

Thorwald Dethlefsen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder